Ölümün Sessiz Gerçekliği: Hayatın Kıyısında Bir Farkındalık
Ölümün Gerçekliği ve Hayatın Kıyısında Bir İnsan
Ölüm…
Bazen ölümün soğuk gerçeği sadece başkalarının başına gelir sanıyoruz. Oysa hayatla ölüm arasındaki bu ince çizgi, her gün, hepimiz için geçerli. “Ölüm korkusu” dediğimiz şey, aslında yaşamı daha fazla sevmemize neden oluyor mu, yoksa bizi olduğumuz yere mıh gibi mıhlıyor mu? Bunu düşünmeden edemiyorum.
Bir cenazeye katıldığımda ölümün gerçekliğiyle yüzleşmek zorunda kalıyorum. Ölümün sessizliği bir anda hayatın bütün gürültüsünü susturuyor. “Bir gün ben de burada olacağım,” diyorum içimden. İnsan ölümden sonra hayat var mı diye de düşünmeden duramıyor. Ama belki de önemli olan, ölümden sonra ne olacağı değil, şu an hayatı nasıl yaşadığım. Hayatın anlamı da burada gizli bence: Sonlu olduğu için değerli.
Ölüm üzerine düşünceler çoğu zaman içimi burkuyor ama aynı zamanda hayatın kıymetini de hatırlatıyor. Hep daha fazla zamanımız olmasını isteriz. Halbuki belki de mesele daha çok yıl değil, daha anlamlı ve dolu bir yaşam sürmek. Ölüm korkusu bazen beni durdursa da, ölümle yüzleşmek her seferinde şu soruyu getiriyor aklıma: “Bugün son günüm olsa, neyi farklı yapardım?” Bu sorunun cevabı da her zaman değişiyor. Kimi zaman daha çok seveceğim, kimi zaman affedeceğim, bazen de sadece kendi sessizliğimi dinleyeceğim…
Hayatta ölümle barışmak, insanın kendine verebileceği en büyük özgürlük. Ölümden korkmak yerine, hayatı her yönüyle kabul edebilmek. Çünkü biliyorum ki, sonunda geride yalnızca küçük, sessiz bir iz bırakacağız. Ve belki de en güzeli bu; ölümle yaşam arasındaki bağı kabul etmek ve her gün yeniden hayata başlamak.
Son nefesimizde “Gerçekten yaşadım,” diyebiliyorsak, işte o zaman ölüm de, hayat da bir anlam kazanıyor. Belki de önemli olan, ölümün gerçeğinden korkmak değil, hayatın kıymetini bilerek yaşamayı öğrenmek…
Yorumlar
Yorum Gönder